Aşk-ı Memnu'ya taş çıkaracak aşk dallaslarının içinde yer alan bir tiyatro oyunu. Ve ben bu oyunu okudukça anladım ki her insani vahşi duygu gibi aşkta çıkarlar üzerine dizili kalplerde. Kimi ulaşamadığı hayaline sahip olana aşık olur, kimi tatmadığı farklı bir kültüre aşık olur, kimi yanındayken çektiği dikkate aşık olur, kimi karşısındakinin gizemine aşık olur, kimi ise varoluş sancısında bir dala tutunabilmek için aşık olur...
Ve bütün aşklar da dostlarım zarardır insanın benliğine. Nedensiz aşk olmaz, nedeni olduğunu anladığınızda da aşk diye bir şey kalmaz. Bakınız Konstantin'e (kendisi kitapta beni en derinden etkileyen karakterdir.) Varoluş sancısındaydı Konstantin. Ne annesi kadar şöhret sahibi ne de annesinin sevgilisi kadar yetenekli biriydi. Yakışıklıydı elbet ama aşık olunacak kadar değildi belki de. Evet iyi biriydi merhametliydi ama bir martıyı öldürebilecek kadar kara bir kalbe sahipti. Evet belki de tabiatın renklerini görebiliyordu ama melankoliden kurtulamıyordu. Arada ve derede kalmış biriydi Konstantin. Yaşamak için bir neden bulamıyor, küçücük köyünde kimliksizliğiyle yaşamına anlam katmaya çalışıyordu. Derken Nina geldi...
Köyünün saf ve dillere destan güzeli. Konstantin artık yaşayacak bir neden bulmuştu. Nina'ya olan aşkı onda başarı hırsını, dünya sevgisini uyandırdı. Nina varken denemekten korkmuyor ve başarısız olmaktan yılmıyordu. Ama sonra... Nina gitti.
Konstantin yine başarısızlık ve anlamsızlığıyla bir başına kaldı. Araştırdı, çalıştı, kendini geliştirdi ve Nina'nın onu sevebileceğini düşündüğü o adam oldu. Ancak Konstantin bilmiyordu. Aşk bu değildi. İnsan mantıklı olana aşık olmazdı. İnsan anlam bulamadığına, neden olduğunu anlamadığına aşık olurdu. Layıkıyla buluşmak istemez de kendini perişan etmeyi seçerdi. Konstantin şunu bilmiyordu ki, aşk tahmin ettiğinden de illet bir şeydi. Aşk, sadece romanlarda güzelleştirilen insan kalbiyle buluştuğunda o kalbi kara bir çöle çeviren boşluktu sadece...