Küçükken pazarda kaybolduğumuzda korkar, ağlar, elini bıraktığımız anne babamızı bir daha göremeyiz endişesine kapılırdık. Ebeveynimiz bizi bulduğunda ya bağırır ya da bir yerlerimize yapıştırır daha çok ağlatırdı.
Aslında bizi göremeyince ortaya çıkan kaygının dışa vurumuydu bu.
Şimdi ebeveynler çok daha kaygılı. Üstelik çocukları gözlerinin önündeyken. Okul için, öğretmen için, gelişimleri ve hatta akrablarıyla olan iletişimleri ile ilgili.
Bu kaygıyı doğrudan çocuklarımıza aktardığımızın ne kadar farkındayız?
Olumlama yapmanın kanser hastalarına bile. psikolojik olarak iyileştirdiğini ve bu sayede bedenlerinde yer etmiş kötü huylu tümörlerin etkisini azalttığını biliyor muydunuz ?
Ruhunuzdaki en kötü tümör kaygı ve olumsuz düşünmektir.
"Dikkat et düşeceksin, koşma yaralanırsın, zıplama kafanı vurursun..."
gibi günlük yaşantıda yer edinmiş olan bir çok olumsuz cümleyi çocuklarımıza söylüyoruz. Neden? Kaygımız ve endişemizden. Elbette onları korumak için.
Ama olumsuz olanı düşündüğümüzde elbet başımıza gelir.
Eskiler "dikkat et düşmeyesin." derlermiş. Kocaman bir bardak su taşıyan çocuğunuza "Yavaş, dökme." demek yerine "Çok iyi gidiyorsun, neredeyse dökmeyeceksin." cümlesini denesek mi acaba?
Pozitif bir ebeveynin, her deneyiminde olumsuz, yetersiz ve başarısızlık kaygısı taşımak yerine; başarıya odaklanan ve kendini cesaretlendiren bir çocuğu olur...
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere!
Pozitif ve çocukça kalın :)