Adı ‘’Kutsal İncirin Tohumu’’. Film İran’da Mahsa Amini’nin öldürülmesinin sonrasında yaşanan kadın mücadelesini anlatıyor. Farklı kuşaklar ve farklı dinamikler üzerinden izleyiciye bir anlatı sunuyor. Bu böyledir şeklinde bir yaklaşımın nasıl dönüşebileceğini de bize gösteriyor. Umut dolu bir son ile biten film içerisinde en etkileyen kısım ise, insanların telefonları ile çektiği görüntülerin de filmde yer verilmesi oldu.
Başka bir nokta da kültürel olarak benzediğimiz kısımlar beni şaşırttı. Ev içi aile dinamiklerinde babanın ön planda olması bizim toplumumuz açısından çok da uzak bir dünya değil. Annenin ev içine kapanması ve ev işleriyle uğraşıyor olması da çok farklı bir tablo değil. Toplumsal değer yargıların ön planda tutulması ve büyüklerin buna göre yaşamaya çalışması da ortak noktalarımızdan birisi. Aynı şekilde devlete karşı beklenen sonsuz bir itaat de söz konusu.
Peki bu kadar ortak nokta varken nasıl ayrı bir yapı içerisindeyiz diye düşünmek isterseniz geçtiğimiz hafta yaptığımız anma törenlerini düşünün isterim. Fiziken aramızdan ayrılışının 86. Yılı olan Atatürk’ün yüz yıl öncesinde yaptığı işlerin bugün hayatımızı nasıl etkilediğini bir kez daha anladım. Atatürk'ün genliğe dair ümidinin var olmasının nedenini anladım.
İran’da yaşanan mücadele önce gençler arasında başlıyor. Onlar zorluklar ve engellenmelere rağmen dik duruş sergilemeye devam ediyor. İran’daki kadın mücadelesi gençler ve kadınlar sayesinde devam ediyor. Onlarca ölüm, işkence ve istismara rağmen hala daha bu mücadelelerini sürdürüyorlar. Mahsa Amini büyük bir yangının ilk kıvılcımı oldu ve bu mücadelenin resmi yüzü haline geldi.
Keşke böyle olmasaydı diyoruz ancak mücadele edilmediği veya hak savunuculuğunun yapılmadığı her durumda sisteme karşı bir boyun eğme söz konusu. Devletler çoğunlukla eril yapıdadır. Evdeki baba rolünün bütün ülkeyi yöneten bir sistem olduğunu hayal edin. Varlığını sürdürmek için şiddeti, istismarı veya ölümü meşru gören bir yapı bu. Yıllardır kayıp bir şekilde hala daha başına ne geldiği bilinmeyen insanlar var.
Tüm bu sisteme karşı yapılan mücadele ateş gibidir. Kıvılcımla çoğalır. Yapılan her katkı ile büyür. Çoğalır ve ateşi ile başka insanların da karanlıklarını aydınlatır. Böyle aydınlanmalara en çok da şimdi ihtiyacımız var. Bu aydınlanmanın ve başka türlü bir hayatın ihtimalinin gençlerle büyüyor ve ortaya çıkıyor olması da tesadüf değil. Gezi’yi düşünün. Tüm duyguları yaşayan ve diğer insanlara yaşatan, coşkuyu yeniden hissettiren gençlerdi. Kutsal İncirin Tohumu’nun da gençler oluşu tesadüf değil. Ne dersiniz, gençlere biraz daha fazla ses vermemiz gerekmez mi?