İstanbul’da Yapı Sanat Enstitüsünde okudum.
Okul Zincirlikuyu mezarlığının yanındaydı.
Liseyi okuyamayan zengin çocukları, yedek subaylığı kazanmak için buraya geliyorlardı.
1960 darbesi sonrası lise ve muadili okullardan mezun olanların yedek subay hakkı ellerinden alındı.
Bu yüzden de yedek subay hakkını elde edebilmek için gelenler, okulu ciddiye almadıkları için, okul hababam okuluna, sınıflar da hababam sınıfına dönüşmüştü.
Özellikle atölye dersinden çoğumuz kırar sinemaya giderdik.
Gene böyle bir gün Rıfat arkadaşımızın, başrollerinde Marilyn Monroe Tony Curtis ve Jack Lemmon’un bulunduğu Bazıları Sıcak Sever filmini methede, methede bitiremeyince, biz de altı kişi okulu kırıp sinemaya gittik.
Arkadaşlarımızdan Rıfat’la beraber dördü bir olup Benimle Naci arkadaşımıza para verip siz biletleri alın biz sinema saatine kadar bir volta atacağız belki bir şeyler yakalarız diyerek akılları sıra kız tavlamaya çıktılar.
Bu tavırlarına ben çok kızdım.
Sinema şişlideydi.
Gişe de salonun ortasında küçük bir kulübede bir bayan bilet satıyordu.
Ben kulübeye yanaşıp kafamı uzatıp, bilet satana “En önden ve en yandan 6 kişilik bilet rica ediyorum.” Dedim.
Kız bana, “Beyefendi bu tiyatro değil sinema.” Deyince ben de “Biliyorum.” diyerek biletleri vermesini istedim.
Biletleri aldıktan sonra da filmin başlamasına az zaman kaldığı halde, filmin başlayacağı son dakikayı beklemek için arkadaşlarımızın geldiklerinde bizi göremeyecekleri sinema salonunda bir soteye saklandık.
Belli bir süre sonra tam da ışıkların sönmek üzere olduğu bir sırada arkadaşlar geldi.
Biz de saklandığımız yarden çıkıp arkadaşlarla beraber salona girdiğimizde ben biletleri yer gösterene verdim.
Salon bomboştu. Sadece arka koltuklarda yirmi otuz kişi vardı.
Yer gösteren önümüze geçip koltuklar arasındaki yürüyüş bölümünde biraz ilerledikten sonra salonun tam ortasında dört yol ağzına geldik.
Arkadaşlar salonun arkasına doğru gideceğimizi sanıp oraya yönelirken, yer gösterenle ben ve Naci doğal olarak perde tarafına yani öne yöneldik.
Tam bu sırada da ışıklar söndü film başladı.
Yer gösterici bizi en önde ve en yandaki koltuklara yerleştirirken bizim ağalar sürekli beni itip kakıştırarak “Gene ne halt karıştırdın? diye sorup duruyorlardı.
Biraz oturduktan sonra.
Rıfat sinirli, sinirli “Madem bir halt karıştırdın, git arka taraftaki boş koltuklara otur bakalım bir şey diyen var mı?” Dediğinde hemen yerimden kalkıp arka sıralara yönelip birine oturdum.
Belli bir süre sonra kalkıp öndekilere yaklaşıp “Hadi gelin kimse bir şey demiyor.” Dedim.
Bizim ağalar hemen yerlerinden kalkıp benim oturduğum sıraya yerleştiler.
Az sonra ben yerimden kalkıp koltuk kapağını tak tuk vurarak gürültü çıkardıktan sonra ön taraftaki yerime gittim.
Tam o sırada da yer gösteren arkadaşlarımızın yanına gelip “Lütfen yerlerinize.” Dediğinde bizimkiler tıpış, tıpış ama ellerinden gelse beni boğacak bir halde yanıma gelip oturduktan sonra başladılar beni tehdit etmeye.
Ben de biraz sonra çaktırmadan yavaşça yerimden kalkıp sinemayı terk ettim.
Ertesi gün okulun karşısındaki durağa geldiğimde bir de baktım, bizimkiler beni bekliyorlar.
Tabii ki durakta inmedim.
Bir sonraki durakta inip okula geldiğimde millet atölye dersinde sıraya girmiş yoklama yapılıyordu.
Kapıyı çalıp içeri girdiğimde Ziya bey bana dönüp, “Sami bey sabah şerifleriniz hayırlı olsun nerelerde kaldınız?” Dedikten sonra sert bir şekilde “Geç yerine.” Dedi.
Ziya bey hepimizin çok sevdiği hoşgörülü zekice yapılmış her tür yaramazlıkları anlayışla karşılayan biriydi.
Ziya beyin arkasında durup “Hocam yerime geçemem beni dövecekler.” Dediğimde.
“Gene ne halt karıştırdın? Geç arkama, bekle.”Dedi.
Yoklama bittikten sonra, Hoca beni salonun bir köşesindeki oldukça küçük odasına götürdü.
Sonra da ne halt karıştırdığımı sordu.
Ben de olanı biteni anlattım.
Ziya bey güldü sonra da hadi sen git dedi.
Aradan birkaç saat geçtikten sonra hoca bizi çağırdı.
O küçücük odaya altımız da zar zor sığdık.
Ziya bey tek, tek sormaya başladı.
-Rıfat dün atölye dersinde yoktun nereye gittin?
-Hocam annem hastaymış. Deyince.
Ziya bey diğerlerine de aynı soruyu sordu.
Onlarda ya annesinin ya babasının ya da dedesini, nenesinin hastalığından söz edip durdular.
Hoca sonra bana sordu.
-Sami dün neredeydin?
-Hocam sinemaya gittik.
-Kimlerle?
-Bu arkadaşlarla. Dediğimde bir hareketlenme başladı.
-Hoca olmasa dördü beni darmadağın edecek.
Ziya bey onlara dönüp, bir halt karıştırmışsınız sizi bu seferlik affediyorum. Ama bir şartla. Sami’nin kılına dokunmayacaksınız. Eğer Sami’ye bir şey yaparsanız hepinizi disipline veririm. Anladınız mı? Dediğinde. Hepsi bir ağızdan suratlarını asarak “Ama hocam!” dediler.
Hoca da, aması maması yok. Sıkıysa dokunun bakalım dedikten sonra odadan çıkıp gitti.
Ben de onlara bakıp gülmeye başladığımda iyice zıvanadan çıktıkları halde gene de bana dokunamadılar.