Olur ya bir gün, yalanın tarihi yazılırsa -ki yazılır- inanın hepinizin adı yalancılar sayfasında yer alacak... Bakın o parti, bu parti demiyorum, şu milletvekili, bu milletvekili demiyorum, şu Belediye Başkanı, bu Belediye Başkanı demiyorum, şu kamu yöneticisi de demiyorum. Hepiniz, hepiniz bir bir yalancılar sayfasında yazılmış göreceksiniz adınızı...
Kiminizin adının karşısına yalancı yazıldığı ile kalmayacak, insanı sevmedi, kenti sevmedi, kenti talan etti, beytülmalı kendi malı gibi kullandı, har vurup harman etti, haram, helal umurunda olmadı diye yazılacak...
Çok bencil diye bir not...
Umurunda olmadı halkın çoğunun yoksulluğu, çaresizliği, hüznü, acısı... Evine ekmek götüremeyen babalar, tenceresi kaynamayan evler, anneler, kadınlar umurlarında olmadı, çoğunun bir eli balda, bir eli yağda yaşadı, sadece nutuk çektiler, masal anlattılar “Ey insanlar biz senin için varız”” diye...
Oysa yerdekiler bilmese de göktekiler şahit, sokaklar şahit, en çok kendilerini sevdiler, kendi çıkarlarını... Çoğunun sözleri boştu, ama inandık Allah’ım, inanmak zorunda kaldık, çaresizdik, üzgün ve acı içindeydik...
Eşlerine, çocuklarına mahcup kişilerdik çoğumuz...
Varsılları sevdiler ama...
Zenginlik, para bir kutsallıktı çoğu için, yoksulu, mazlumu sevmediler onların onurlarını hiçe saydılar, kimi zaman gönderdikleri yardım kolilerini reklam içinde teslim ettiler, bunun adına iyilik dediler...
Oysa iyiliğin adı üzmemek, incitmemek olmalıydı. Bu insanlara bizim verdiklerimizi yemek durumundasınız der gibi yaptılar çoğu zaman bir üstten bakıştı bu...
Söylesene ey şehir ahalisi böyle yapmadılar mı?
İktidar sahipleri, Belediye ve başka başka yetkililer, hatta insana hizmet adına kurulan sivil kuruluşlar, hepsi insanı incitti, hepsi yoksulluğu, çaresizliği kullandı, kendi hanelerine kazanç eklemeyi seçtiler...
Oysa insan selam denmeyi, “Bugün nasılsın? İyi misin?” denmeyi bekledi hep, insan gibi hatırlanmasını. Hiç olmazsa sevgide eşit olmayı düşledi durdu...
Ama olmadı, ama hep incindi, üzüldü. Kazancı az olanlar ve hiç olmayanlar, arka sokaklarda yaşayanlar, çocuklarını doyurmakta güçlük çekenler...
Ne mi demeye çalışıyorum?
Becerebildiğim kadarıyla bir şeylerin iyi gitmediğini, zenginle yoksulun arasına uzun mesafeler girdiğini, bunun kötü işler olduğunu söylemeye çalışıyorum, kendimce...
En azından öteki dünyada “Gücüm buna yetti Allah’ım” demek için... Kalemin hakkını, sözün hakkını ayağa düşürmemek adına yazdıklarım, söylediklerim, yoksa zor böyle adaletsiz, böyle çıkarcı bir dünyada ve ülkede yaşıyor olmak...
Çoğunuz görüyorsunuz kara bir rüzgâr esiyor ülkenin üstünde, insanların üstünde, dinin üstünde...
Karanlıktan kaçmaktansa, aydınlık olsun diye kavga vermek en iyisi desem yanlış bir söz mü olur?
Sözlerimin çoğunun canını sıkacağını bile bile yazmaya söylemeye çalışıyorum...
Kimsenin maaşına karşı falan değilim... Ama canımı acıtıyor 50 bin lira maaş alan vaiz hocalarının 17 bin lira maaş alan işçilere dinden söz etmesi, sabırdan söz etmesi...
Ya da namaz kıldırması birilerinin...
İnsana saygı, hakka saygı, adalete saygı, alın terine saygı olmalı demeye çalışıyoruz...
Çok yıprandık içi boş maslar dinlemekten...