Hiç duymadın mı sen göz kırparsan, sana da göz kırpar gökyüzü...
Kendinle göz göze gelmekten çekinme...
Kuşlarla göz göze gel, çocuklarla ağaçlarla ve/sokaktaki kedilerle, iyi bakarsan sana çok özel sözler edeceklerdir...
Masumiyetin ne olduğunu göreceksin...
Mesela denizin derinliğine bir kez dalıp sonsuzluğun davetiyle büyük manalara çekildiğini hissettin mi hiç?
Derinlere bakmayı düşün ve kimi zaman uzaklara bak, özlem dolu hasret yüklü bir yüreğin olsun her zaman...
Özlemek insan olmaya dâhildir...
Mesela hiç sordun mu sarı çiçeğe annen baban var mıdır diye,ya da mahallende babası annesi olmayan bir çocuğu sevindirmeyi düşündün mü,bunlar aklımdan geçmiyorsa bu nasıl insan olmaktır diye sorsam bana çok mu kızarsın?
Senden önce sorduklarım çok kızdı çünkü...
Hakikat nedir mesela sence, hakikate dayanabilir misin, bazıları hiç hakikati duymak istemiyorlar da...
Ruhunda his etiğin ağırlıklar neyin nesi, vaktin mi yok düşünmeye... Kendine zaman ayırmayanlar çoğu zaman kaybettiler, kendine zaman ayır, kendinle göz göze gel, konuş dertleş...
Kime ait olursa olsun başka seslere kulak ver, kuş sesi dinle diyeceğim de ülkenin efendileri şehirlerin efendileri mimarla inşaatçılar kuşları yok ettiler ve şimdilerde kuş seslerine hasret büyüyor çocuklar...
Bunlar zalim, bunlar kötü diyeceğimiz o kadar çok kişi var ki, ama denmiyor...
Mesela sende geminin gittikçe farkın damısın sende, soruyor musun “bu gidiş nereye” diye, sana da deli misin diyorlar mı, geminin dümeninde olanlar?
Konuşalım mı bunları?
Ya da konuşmak istesen konuşacak insanlar var mı sağında solunda, “yöneticilerimiz neden bu kadar çok duyarsız” diye sorabiliyor musun, neden ormanları kesiyorlar bağları bahçeleri yok ediyorlar, denizleri kirletiyorlar kıyıları talan ediyorlar diye soracak kişiler var mı?
Yoksa sana da haddini bil mi diyorlar, bu işlere karışma karışırsan başına bela alırsın mı diyorlar sana da...
Ondan diyorum istersen konuşalım diye, kim bilir anlarız birbirimizi, anlamasak bile anlamaya çalışırız...
Ülke şehirler birbirini anlamayan anlamak istemeyen kişilerle dolu, çoğu vicdan dilini merhamet dilini insanlık dilini kullanmaktan vazgeçmiş...
Sevgi dili zaten çoktan başını aldı gitti...
Neyse ötesini sonra konuşuruz desem tamam der misin?
Bir dağın heybetine, vakarına, dürüstlüğüne huşuyla dalıp kendi benliğine yol aldın mı?
Sarı çiçeğe “Annen baban var mıdır” diye sordun mu mesela?
Hiç kendine “Hakikatin ne kadarına dayanabilirim?” dedin mi?
Hayır mı? Gündelik yaşam ve rutinleri mi vardı? İş ve koşulları mı? Projeler ve ödüller; saygınlık ve üstünlük illeti mi?
Ruhun gittikçe ağırlaşıyor ve yalnızlaşıyorsun oysa, değil mi?
Vaktin yok. Başka sesler, renkler, hedeflerle dolusun ve bütün lügatin bir iki kelimeden ibaret: iş ve haz. Anlama, anlamaya, doğaya yer yok lügatinde. Kendi özüne kıyım içindesin. İşin bir varoluşu gerçekleştirmek için değil, arzularını doyurmak için var.
Geminin gittikçe battığının farkında mısın?
Farkındasın, aslında her şeyin idrakindesin ama kabuğun kendi kendine çatlamasını bekliyorsun, nereden incelirse oradan kopsun diyorsun belki, belki de korkuyorsun.
Zamanı heba etme. Ses’e gel. Kuş namelerine, denizlere, dağlara, doğanın koynuna, süsenlerin mor rüyalarının büyüsüyle dolu olan çağrıya, hakikate gel. Hayat seni durmadan çağrıyor işte, duymuyor musun?
Yaşam bir kerelik olduğuna göre sonsuz hayatı yakalamak tek ödevin olmalı. Kendinle göz göze geldiğinde gözlerini kaçırmamalısın.
Görkemli sessizliği, bütün varoluşuyla dinleyen o küçük kız çocuğu Momo gibi, bastırdığın ruhunun sesini dinlemenin tam da vakti.
Uyandın mı, günaydın ☀️