Arılara şeker de verir miydiniz o zamanlar?
Kesinlikle şeker vermezdik. Şekeri bulsak kendimiz yerdik. Bizim tatlımız pekmez ve incir hakîdasıdır. Şekeri çok kullanmazdık. Yaylada ve yayla dönüşü bizim ürettiğimiz ballar adeta ilaçtı. Hastalara yedirirdik, çoğu hasta iyi olurdu. Şimdi o lezzetli ballar maalesef yok.
Arıları da getirdikten sonra Eşekkırıldığı Yaylası’na çıkar. Hem develeri hem de atları yaylaya bırakıveririz. Atlar sürüler halinde göçünceye kadar yayılırlar.
Bizim Güzle Yaylası Samsa’da yazın ekinler olduğu zaman, aile ikiye ayrılır. Ekinleri biçmek için Samsa Yaylası’na gideriz. Hem ekinleri biçer hem de bağ ve bahçeye bakarız. Zaman zaman yayladan ekin biçenlere yoğurt, ayran, peynir ve çökelek gönderilir. Yaylaya da meyve ve sebzeler gönderilir. Ekin biçildikten sonra harman kurulur, buğday ve saman ayrılır. Buğdayın bir kısmı değirmende öğütülür un yapılır, bir kısmı da gelecek yıllar için ambara konur.Samanlar ise hararlara basılır evin altına istif edilir.
Bizim temel geçim kaynağımız hayvancılıktır. Eylül ayı gelince, yetiştirdiğimiz kuzuları ve oğlakları Taşkent, Hadimden gelen kasaplara, celeplere satarız. Onlarla pazarlığımız tamamen güven üzerinedir. Birbirimize hiçbir yanlışımız olmamıştır. Sözler senet gibidir, ne demişsek onu yerine getirirdik. Onlar da bizden aldıkları malı satarlar gelip parasını söz verdikleri tarihlerde öderlerdi. Gelirlerimiz iyiydi. Hatta yörükler arasında bir söz var; “Malı olmayanın hâli olmaz.” Bugünün arabası misali; “Arabası olmayan yolda kalır” gibi.
Peki yaylada bulunduğunuz bu yoğun çalışma ortamındayken Alanya’daki eviniz ve bağ bahçenizle ilgilenen birisi var mıydı?
Bizim aileden kimse kalmazdı Alanya’da. Ancak Sugözü Mahallesi’nden bir ahbap bizim bahçeleri sulayıverirdi.
Her sene 15 Ağustos’tan sonra aile büyüklerimizden birisi at, katır veya eşekle Taşatan Yolu’ndan Alanya’ya gelirdi. Bu yolculukta sadece bir kez yolda mola verilirdi. Yani iki günde Alanya’ya inerlerdi. Alanya’da bahçemizdeki keçiboynuzu ağaçları silkilir ve keçiboynuzları çuvallara toplanır. Sonra bahçedeki üzümler toplanıp sıkılır. Elde edilen pekmezler testilere veya küplere konur. Küplerin ağzı çamurla sıvanıp evlere konur. Toplanan ürünler bahçeye bakan dostlarla da paylaşılır. Sonra tekrar yaylaya dönülür. O tarihlerde Alanya’da evimizde elektrik yok, soğuk su yok, ortalıkta parazitler ve sinekler var. Bu şartlarda, insanlar sıtma hastalığına yakalanıp, ölüme kadar gidebiliyorlar. Alanya’da yaz aylarında yaşam çok zor. Alanya tabiri ile yaz mevsiminde; “İnsanları seel (sahil) alıyor.”
Alanya’daki işleri bitirip tekrar yaylaya dönünce, o kişinin sağlığı için bir sarı keçi kesilir, derisine katılır. Yani deri, gelen kişinin sırtına sarılır ve bu şekilde bir saat kadar kalınır. Bu işlem hastalıkları giderir ve engeller.
Peki Metin Amca, bu kadar zorluklarla mücadele eden, ama halinden şikayetçi olmayan, akşam sabah çalışan insanların yaklaşık ömür süreleri ne kadar? Hiç dikkat ettin mi?
Savaşta ölen, şehit olanlar hariç bizim sülalenin hayatı, ortalama insan ömrünün üzerindedir. Çanakkale Savaşı’nda dedem Mustafa, dayım Hüseyin, amcam Ahmet geri dönmemişler, şehit olmuşlar. Kuloğlu Hasan Çavuşu Alanya’da çoğu kişi tanır. Tarihi çok severdi, anlatıverirdi herkese, 2009 yılında rahmetli oldu. Çanakkale Savaşı’na dedemlerle beraber Kuloğlu Hasan Çavuş’un babası da gidiyor. Hep beraber cephede iken, Hasan Çavuşun babası cephe gerisine askere yemek almaya gidiyor. Yemeği alıp cepheye gelir bir bakar ki, düşen bir top mermisi ile hepsinin şehit olduğunu görür. Oraya gidenlerin içerisinden sadece Hasan Çavuşun babası geri dönüyor. Başka kimse geri dönmüyor. Geriye sadece hasta ve özürlü olanlar kalıyor. Dedemin hanımı ninem, 6 çocuğu ile hayat mücadelesine sarılıp yoluna devam ediyor.
Bizim beslenmemiz tamamen doğaldı. Onun için yaş ortalamamız standartların üzerindedir. Babam 87 yaşında, Annem 80, dayım 91, dayımın hanımı 89, amcamın hanımı 88, diğer amcamın hanımı 92 yaşında rahmetli oldular. Her zaman da yaylaya giderlerdi.
-DEVAMI YARIN