Acımasız bir çağ ve ben hep sandım ki, sen oralarda gülünce buralarda yıldızlar yeryüzüne inecek...

Sen konuşunca veya bana “Seni özledim” deyince bütün aç çocukların karnı doyacak, kadın ölümleri duracak, kentin yöneticileri adil olmaya karar verecekler, ne bileyim böyle şeyler düşündüm...

Hayal kurdum belki. Belki içimdeki yangın azalır sandım böyle şeyler düşününce, belki kentin Belediye Başkanı “Gel bir çayımı iç” der sevinirim ciddiye alındım diye...

Anlayacağın kendime söz geçiremediğim günler, sessiz bir yolculuk içimde yürü yürü bitmiyor, biteceği de belli değil...

Daha çok üzme...

Beni mahcup etme el aleme...

Senden başka hayatımı adayacak bir şey kalmadı…

Bak Gazze yakıldı, yıkıldı...

Çocuklar dünyaya sığmayan acılarla baş başa diyecek, konuşacak, “Ne olacak insanlığın hali? Ülkenin hali ne olacak?” diye oturup konuşacak kimseler de yok, gerçekten yok...

Herkesin “En değerli benim” dediği bir çağ. “Her şeyi ben bilirim” diyen yöneticiler, anlattıklarına kendileri uymayan vaaz ediciler...

Etme, eyleme...

Ne gidecek bir yerim kaldı ne varacak...

Derin bir suskunluk, derin bir acı, derin bir yoksulluk içimde, ne bir kapı var “Ben geldim” diyecek...

Mesela kentin Kaymakamı’na, Müftü’süne, Belediye Başkanı’na gitsem “Ben geldim, halim bu” desem...

“Arka sokakta çocuklar, aç kadınlar, anneler çaresiz” desem. “Kuşlara yuva yapacak ağaç kalmadı” falan desem...

Ya da “Sokakta kediler açlar, susuzlar. Bu sıcak günlerde ne yapılabilir?” desem... 

“Gel, otur, anlat” diyen, dinleyen olur mu, yoksa aklını kaçırmış biri gözüyle mi bakarlar gözlerime söyleyin diyecek bile kimseler yok artık...

İçim dışım bir kenara atılmış duygusu...

Kaldıramıyorum...

Kaldıramıyorum...

Kaldıramıyorum beyler, kardeşler kaldıramıyorum...

Ey insanlık, ey güzellik, ey merhamet neredeysen ya çık gel, ya gül biraz... 

Varsın uzaktan olsun...

Gül ki içim aydınlansın...

Çok karanlıkta kaldım...

Çok karanlıkta kaldı kent, kuşlar, çocuklar ve yaşamak...

Çok, 

Çok,

Çok,

Aç kaldım dediklerim inanmadılar...

Bari sen inan karanlıkta kaldığıma...

Bazılarının bazılarına dediği gibi...

Sen bunu hak ettin deme...

Sen bunu hak ettin diyor zalim mazluma, bu nasıl bir çağ nasıl bir dünya, nasıl bir medeniyet?

Daha acı, daha utanmaz sözler ettirme...

Ben seni hiçbir şeye değişmedim...

Daha nasıl anlatabilirim ki...

Uyandığı her sabahı çocuklara, yoksullara, mazlumlara zehir edenler gibi olma...

Hayatta kalmak değil muradım...

Muradım seninle olmak...

Sevdadan, aşktan söz etmek gözlerinin aydınlığında...

Ve sonra

Kusura bakma ey yaşamak

Ben de hakkımı kullanmak istiyorum demek

Özür dilemek Gazzeli çocuklardan, ülkemin aç bırakılmış çocuklarından...

Daha sonra annemin mezarı başında sesim göklere değercesine ağlamak...

Merak etmeye devam ediyorum, neden insan insana hainlik eder ve neden ama neden kentin yöneticileri, varsılları, sevdikleri gibi sevmezler, sevemezler yoksulları, neden?