Yalancının mumu yatsıya kadar yanar.
Tarihin sayfaları arasında şöyle bir gezindiğimiz zaman bütün diktatörler yalanı, iktidarda kalabilmek için propaganda yöntemi olarak başucu silahı olarak kullanmışlardır.
Muhalefet güçlendikçe, halk çekilmez hale gelen yaşam koşullarına karşı isyan etmeye başladıkça, saraylarında yaşayan diktatörlerin uykuları kaçar, kabuslar içinde uyanıp yeni yalanlar bulma arayışına girerler. Hitler'in Propaganda Bakanı Goebbels, "Yeterince büyük bir yalan söyler ve onu tekrar etmeye devam ederseniz, sonunda halk buna inanır. Ama bu yalanının sürdürülebilmesi için devletin halkı yalanın siyasi, ekonomik ve askeri sonuçlarından koruması gerekir. Demek ki devlet bütün güçlerini kullanarak aykırı sesleri bastırmalıdır. Çünkü gerçek yalanın ölümcül düşmanıdır. Dolayısı ile gerçek devletin en büyük düşmanıdır."
Büyük yalanlar, diktatörlerin sığındığı en kolay yoldur. Hırsızlığın, yolsuzluğun üstünü örtmek için yalana sığınırlar. Din, bayrak, milliyetçilikle soslanmış yalan en etkili yalandır. Ülke yönetilemez hale gelince, kaos büyüdükçe, yalan arayışları da büyür. Yeni yalanlar bulunamaz ise eski yalanlar biraz soslanıp ısıtılarak servis edilir. Bir bakarsınız ülkenin dört bir yanından petrol fışkırmaya başlar. Bir bakarsınız denizlerde keşfedilen doğalgaz rezervleri. Yoksulların karınları açlıktan guruldarken, uzaya adam gönderen bir ülke konumundan, dünya bizi kıskanıyor konumuna geliveriyorsun.
Diktatörler ancak iç ve dış düşman yaratarak varlıklarını sürdürüp ayakta kalabilirler. Hamaseti bol kullanırlar. Yalanlarla yoksul halkın milli ve dini duygularına hitap ederler. Kendileri lüks ve sefahat içinde yaşarken, ülke içinde ve dışında büyük mal varlıklarına sahipken, yoksul halka bol bol vatan, millet, ezan, bayrak içerikli nutuklar çekerler.
Diktatörlük düzeyi yükseldikçe, sadece demokrasi yok edilmekle kalmaz ülkenin ekonomisi de bozulur. Ülke dünyadan soyutlanır, yalnızlaşır. Ahlak çöker, toplumda çürüme başlar. Alınan rüşvetler, yakın çevreye verilen ihaleler, akrabaya yapılan kıyaklar meşru gibi algılanmaya başlar. İnsanlar ülkeden kaçmaya başlar. Önce iyi eğitimliler ülkeyi terk eder. Ülke öyle bir hale gelir ki artık açlıkla boğuşan halkın karnını diktatörün söylediği yalanlar doyurmaz olur. Diktatörler, baskı ve şiddeti bir yönetme biçimi olarak algılamış olsalar da, şiddetin dozunu iyice arttırsalar da artık halk şiddete boyun eğmez hale gelir. Gittikçe yalnızlaşan diktatör bir köşede sabun köpüğü gibi kaybolur gider.
Atalarımız boşuna söylememiş YALANCININ MUMU YATSIYA KADAR YANAR.