Öyle bir zamandayız ki eğer doğruları konuşacaksan, yazarken doğruları yazacaksan, yazamaz, konuşamaz hale geliyorsun...
Veya getiriyorlar, korkuyorsun yarın başıma bir şey gelir diye... Zira doğru sözlü olmak kolay bir iş değil ülkede.
Mesela bu şehirde bile doğru sözlü olmak hiç kolay iş değil, bakmayın kimilerinin kendilerince yazar-çizer söyler gibi yaptıklarına, hepsi kentin varsıllarının, efendilerinin, müsaade ettiği kadar...
Kürsülerde, minberlerde İslam adına edilen sözlerin çoğu İslam’a ait değil inanın. Yenidünya düzeninde İslam yok, bizimkilerin düzeninde de...
Eh solcuların hiç umurunda değil, onlar cenaze günleri hatırlar oldular Tanrı’yı...
Ama öylesine yazacak, öylesine söyleyeceksen efendilere laf etmeyeceksen, kenti talan edenlere, ülkeyi talan edenlere ve umutları talan edenlere duyarsız kalacaksan yaz, konuş...
Sonuna kadar özgür, serbestsin...
Mesela kutsa öv, onları onurlandıracak sözler et, ülkeyi yönetenler için... Kenti yönetenlere övgüler düz, sen bir tanesin de, sen Tanrı’nın sağ elisin de, kimseler sesini çıkarmaz. Üstelik onlardan rağbet görürsün, kabul edersen ödüller alırsın mesela...
Dağıtımda pastadan pay bile alırsın, alıyorlar zaten...
Evet, evet her şeyin konuşulamadığı vakitler, sadece varsıllara konuşma hakkı verildiği, sadece yalakalara yazmanın özgür olduğu vakitler...
Her zaman derim birileri her zaman söz bizim diyor, biz konuşmalı, siz dinlemelisiniz diyorlar ve onların dediği oluyor...
Onlar konuşuyor, sen alkış tutuyorsun ey halkım, neden alkış tuttuğunu bilmeden...
Öyle değil mi? Sen hep dinleyici, tasdik edici olmadın mı ülkede ve şehirlerde efendi dediklerinin yanında?
Söz bizim diyorlar...
Yaşamak önce bizim hakkımız diyorlar...
Bazıları din yalnız bizim diyor, bizim anlattığımız din, başkalarını duyma diyorlar ve sen de duymuyorsun zaten...
Ülke bizim diyorlar, bazılarının bu kent bizim bizden sorulur dediği gibi...
Yine mesela Tanrı bizim diyor, Tanrı adına talan ediyorlar her yerleri Tanrı adına yoksul bırakıyorlar. Tanrı adına zulüm ediyorlar, Tanrı’nın başka kullarına...
Ne yapayım ben de bu kadar anlatabiliyor, bu kadar söyleyebiliyorum... Bazen büyük bir çaresizlik gelip oturuyor sağ yanıma, yapma başını belaya sokma diyor...
Kısaca dersek, ezan seslerinin acıyı azaltmadığı zamanlar, yoksulluğu azaltmadığı, çaresizliğe çare olmadığı...
Çare olmadığı bazı kadınların gözyaşlarına, bazı babaların mahcubiyetine...
Ve ortalıkta bunları konuşalım mı diyecek kimseler de yok...
Canınızı sıktım da, başka çarem yok benim de, bunları demezsem aklımı oynatacağım yok yere...