Sevgilim, Ey kuşlar, çocuklar, anneler, masum kızları ülkemin... Bakın gönlümüzün yalnızlık pervazına usulca konan bir serçe gibi yine Eylül geldi, sanki yeryüzü, gökyüzü kadınlar ve çocuklar sonra kuşlar daha çok güzel olsun hüzünlenirse güzel hüzünlensin diye...

Akşamları daha hüzünlü çalacak babalar evlerinin kapısını, kadınların bakışlarında daha çok hüzün olacak...

Çünkü çok eskiden beri hüzün mevsimin adıdır Eylül...

Hüzün güzeldir... Ben Hüzün Peygamberiyim der Hazreti Muhammet, yüzlerinde hüzün taşıyan adamlar kadınlar çok daha güzeldirler benim gözümde...

Hüzünlüdürler tamam, ama şiir gibi aydınlık bakarlar sokaklara hayata ve insanlara...

Eylül geldi sevgilim, uzun ve yorucu bir yoldan gelir gibi...

Bavulunda hasret özlem acı bir sevda taşıyan kızlar gibi, yine geldi Eylül...

Yine şiire mi başlasam, haydi gel sevgilim sarıl bana mı desem...

Yılların hüznünü acısını hasretini ayrılığını taşırcasına Asya çölünden geçip gelir gibi, bütün zulümleri yararak geldim der gibi, bak yine eylül geldi sevgilim...

Kuşlar uçuşuyor içimde, bir de sen olsan, bak bende geldim desen sarılsan, başını koysan omuzlarıma yer gök umut dolsa...

Ey kuşlar Eylül geldi, sizde dönün gelin, kanat vuruklarınızı seslerinizi çok özledi çocuklar sokaklar ağaçlar...

Bin yıllık bir hüznü, bin yıllık bir yoldan getirir gibi geldi Eylül...

Her ikliminde donduğumuz dünyada hep eylülü bekledik çoğumuz...

Eylül, kanayan cerihamıza uzak diyarlardan bir ecza sürerek gibi geldi...

Gözleri gurbet...

Saçları masal...

Bileklerinde dünyanın bütün telaşları...

Kabuk bağlayan yaralarımıza bir serinlik bekleyişi...

Beklemek; ne uzun, ne hazin ne kederli bir kelime...

Eylül, saklı bir yanardağ...

Eylül, bin yıllık bir uykuyu sakince silkeleyen bir serinlik...

Kimine umut...

Kimine keder...

Kimine sevda...

Kimine aşk...

Kimine unuttuğu her şeyi sil baştan hatırlatan ince hüzünlü bir sızı...

Eylül geldi sevgilim...

Bir şehir, bir yağmur, bir aşk kavgası gibi...

Narin bir nar fidanı gibi salınarak geldi Eylül...

İçimizin tenhasına bir güvercin telaşıyla geldi...

Çiseleyen bir yağmurda serin çimlerde yalınayak yürüme deminde, Eylül bir ikindi serinliği ile geldi, kavrulan yerküreye sükûnet getirerek...

Saçlarımızda dünyanın yaşı kadar eşsesli hüzünler,

Ve şimdi, Eylül'ü hasretle kucaklama vakti...

Şehrin en tenha sokaklarında ellerimizde buğulanıyor tüm suretler.

Sorulmamış hesapların, yarım kalmış şiirlerin, nadasa bırakılmış öykülerin gizemli kelimelerin arasından hasretle beklenen bir yağmur gibi geldi Eylül...

Ruhumuzun yorgunluğuna ruhani bir ezgi bırakarak pervasızca daldı bulvarlara...

Buğulu camlar ardından yetimliğini güz rüzgârlarının merhametine bırakan bu şehrin esrik sokaklarından geldi bir muştu gibi...

Radyoda bir türkü:

"Daha senden gayrı âşık mı yoktur, nedir bu telaşın vay deli gönül"

Hâl Eylül...

Mazi Eylül...

Muz ari Eylül...

Şiir kitaplarını rafa kaldırmak vakti...

Eylül geldi...

Hoş gelişler ola...