Ölmemiş bir Kasım sabahı!
Yine bizimle beraber her yerde.
Yaşıyor dört köşesinde vatanın
Yaşıyor damar damar yüreklerde
1938 yılının 10 Kasım günü Atamız bedenen aramızdan ayrıldı. Biz, bu ölüme hazır değildik kuşkusuz, o nedenle inanamadık. Bu ölüme bizim gibi başka uluslar da uzun süre inanamadı. Kimi uluslar bunu derinliği ölçülemez büyük bir kayıp, büyük bir acı olarak gördü. Kimileri onun ölümünden sonra dünyayı eskisi kadar enteresan bulmadı. Kimileri ise Doğu’ nun Ata’ sının kaybolduğunu, bir güneşin battığını söyledi. Ata’ mızın ölüm haberi, çok çabuk duyuldu. Yaşam durdu. İnsanlar sustu, kendi içlerine çekildi. İşte o gün İstanbul Üniversitesi’nde de saat dokuzu beş geçenin haberi duyuldu. Hukuk Fakültesinde çalışan bir Alman Profesör ağlayan, üzülen öğrencilerin durumunu gördü ve çok şaşırdı. Derse girsin mi, girmesin mi bir türlü karar veremedi. Durumu anlatmak ve bilgi almak için rektörün yanına gitti. O’ na : - Efendim, ne yapacağımı bilemiyorum. Kararsızım. Derslere girmeli miyim acaba? Diye sordu. Rektör:- Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa onu yapın, yanıtını verdi. İşte o zaman Alman Profesör, kollarını iki yana sarkıtarak: - Efendim, bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki… dedi.
Öyle büyük bir adam ki ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala ölümsüz olan bir kahramanın izinden gidiyoruz. O’ nun sayesinde sahip olduğumuz cumhuriyet ışığında özgürce yaşıyoruz ve düşüncelerimizi ifade edebiliyoruz. Hiçbir devlete bağlı olmadan, bağımsız olmanın gururuyla yaşıyoruz.
Atatürk! Vatanına ve ulusuna çok yüce duygularla bağlı, vatan savunmasını ve millet sevgisini her şeyin üzerinde tutan, yaşarken ve öldükten sonra da maddi ve manevi tüm varlığını ulusuna adayan büyük devlet adamı, komutan. Ülkemize kazandırmış olduğun devrim ve ilkelere sahip çıkmak en büyük görevimiz. Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğimize ant içeriz. “ Ne mutlu Türküm diyene! “