Evet, yoksulluk edebiyatı yapıyorum ne var bunda... Mutlu oluyor huzur buluyorum yoksullardan söz ederken, onları kendimden bir parça gibi hissediyorum, mahallemin çocukları gibi...
Yoksullardan söz etmeyeceksek, evine ekmek götüremeyen babalardan söz etmeyeceksek, tenceresi kaynamayan annelerden söz etmeyeceksek, kuşların bir bir gittiğinden, sokaklarda kedilerin neden ezildiğini dile getirmeyeceksek, neden yazıyoruz?
Kimleri neleri yazalım sizce, bunları yazmak boş işlerse?
Kendilerini yazar diye takdim eden kimi arkadaşların yaptıkları gibi beyaz adamların peşinde, Belediye Başkanının peşinde mi koşalım veya sadece kendilerini tatmin etmek adına, parti ilçe başkanları olan arkadaşların odaların da kahvaltı mı yapalım?
Bilmem hangi yetkililerin, makam sahiplerinin yanında mı dolaşalım, dolaşsak ne olacak?
Biz bilmiyor muyuz duymuyor muyuz, yedikleri yemek faturalarını ödetmek için beyaz adamların ofislerinde çay üstüne çay içenlerin varlığını bu şehirde?
Zengin edebiyatından ne gördük lan, diyeceğim de, yüreğim deme diyor...!
Aha söylüyorum, hadi öyle değil de...
Dünyanın en onurlu, izzetli adamları yoksulluğu ile dolaşanlardır, sokak satıcılığı yapan adamlardır, pazarcılardır, iki marul iki kilo zeytin satmak için pazarlara gelen kadınlardır...
Sonra çocukları için, kadınları için, anaları babaları için şehrin kalabalık meydanlarında, ellerinde tuttukları, tablalarına dizdikleri, el arabalarına koydukları öteberiyi satmaya çalışan adamlardır, en onurlu adamlar benim gözümde...
Belki bundandır zabıta memurlarını hiç sevemedim, güçlerine karşı kullandıkları için, onların tezgâhlarına el koydukları mallarını yerlere attıkları için...
Başlarını sokacak bir yer bulamadıkları halde; çalmayıp, çırpmayıp sokaklarda bazen kaçarak, bazen düşerek bir şeyler satan adamları her gördüğümde izzetli olmak ne demektir anlıyorum...
Görüyor biliyorum, çoğu yoksulların kentin en varsıl kişilerinden daha onurlu izzetli hayatları olduğunu, o yoksulluk içinde...
Dinine en bağlı olan da onlar, vatanına en çok bağlı olanlarda...