Geçtiğimiz hafta öğretmenlerin sesini duyduk tüm ülke olarak. Görev bırakan öğretmenler yıllardır meslek arkadaşları ve öğrencileri tarafından sevilen bir öğretmenin yaşamının son bulmasını protesto ediyordu. Haftalık bir gündem olarak kendine yer buldu ama bir anda son da buldu.

Hızlıca ilerleyen gündeme ayak uydurmak isterken beynimiz hafta sonu Eurovision’a ve katılamadığımız yılların üzüntüsünü yeniden yaşamamıza odaklandı. Sonrası ne mi oldu yine koca bir hiçlik demeyi çok isterdim ancak tasarruf haberleri ile karşılaşmaya başladık.

Yapılan açıklamalar sonucu kamuda tasarrufa gidileceğinin ifade edilmesi bu yıl sınavlara hazırlanan binlerce insan için hayal kırıklığı yarattı demek yanlış olmayacaktır. Atanmayı bekleyen öğretmenlerin yanında bu yıl atanmayı bekleyecek olan öğretmenler eklenecekti. Yahut bir şekilde kamu personeli olmaya çabalayan binlerce insan var olacaktı. Bu açıklama insanları sınava girmekten alıkoymayacak elbette ancak sonrasında neler olacağına dair kocaman bir belirsizlik yarattı diyebiliriz.

Bir yanda emekli olduğu halde hala daha çalışmak zorunda kalan insanlar, diğer yanda bu insanların emekli olup ayrılmasını bekleyen yeni adaylar. Ülkemiz gün geçmiyor ki yeni bir kutuplaşmanın eşiğinde olmasın. 

Birlikte olmaya ve aynı tarafta yer almaya inanılmaz ihtiyaç duyduğumuz bu günlerde yapılan tasarrufun insanların umut ve beklentilerinden olması şaşırtıcı olsa da bizim için artık şaşırtıcı değil. Kendi mal varlıklarından tasarruf etmeyen, edemeyen veya etmek istemeyen yöneticiler; geleceğe dair azıcık umut besleyen insanların hayallerinden tasarruf etmesini bekliyor. Düşününce fazla ironik bir durum aslında.

Bir yanda Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun meclise giriyor oluşu, bir yandan şiddete maruz kalan öğretmenler, diğer yandan da atanmayı bekleyen milyonlarca öğretmen var. Düşününce kutuplaşmanın ötesine giderek dejenere olan bir yönetimin sonuçlarının nelere yol açtığını görmek inanılmaz kolaylaşıyor. Zor olan ise kabullenmek oluyor. Temel beklentileri de bu zaten. Uyuşmuş, ne yapacağını bilemeyen, düşünmeyen, düşünmek zorunda kalmayan bir toplumu kukla gibi kendi oyunları çerçevesinde oynatmak. 20 yıldır bunu yapmıyorlar mı zaten?

Yıllardır susmak zorunda kaldığımız ve giderek daha fazla kendimizi sansürlediğimiz bir hayatta geleceğimize dair beklentilerimizden de tasarruf etmemizi istiyorlar. Hak, adalet bunun neresinde diye sormaya başladığınızda, sizi kocaman ötekileştirilen ve kutuplaştırılan bir grubun içerisine yerleştiriyorlar. Asıl suçluların çoğunun dışarıda serbest bir şekilde gezdiği dünyada ötekileştirilmek bir lütuf gibi geliyor. 

Soruyorum, düşündükçe kendimizi çıkmazda hissettiğimiz bu hayatta geleceğe dair azıcık umudumuz varken neden şimdi de beklentilerimizi esir alıyorlar? Zaten günübirlik bir hayat sürerken, şimdi yaşayabildiğimiz her gün için şükretmemiz mi gerekiyor? Ne dersiniz?