Savaşlar, ölümler, krizler, göçler, işsizlik ve diğer tüm olaylar etrafında kendi hayatımızda huzuru bulmaya çalışıyoruz. Kendi hayatımızı anlamlandırmaya çalışıyoruz. Anlamlı bir hayat kurmak için adımlar atıyor ve dünyaya iz bırakmaya çalışıyoruz. Çalışıyor, para kazanıyor ve kazandığımız paraları harcıyoruz. 

Fark ediyor musunuz bilmiyorum ama gençlerin ölüm haberlerini alıyoruz. Hayatlarına son veriyor gençler. Büyük haberler arasında bu detayı görüyor musunuz bilmiyorum. Siyaset, ekonomi veya savaşla ilgili olmadığı için manşetlere taşınmıyor bu haberler. Ancak üniversitede eğitim gören gençlerin hayatı diğer haberler kadar önem arz etmiyor demek ki. 
Gençler neden yaşamlarına son veriyor? Yapacak çok işleri, gerçekleşecek hayalleri varken ne oluyor da böyle olaylar yaşanıyor? Gelecek kaygısı mı yaşıyorlar, hayatlarına dair umutlarını mı yitirdiler veya hiç bilmediğimiz içsel savaşlar mı veriyorlar? Keşke tüm bunları onlara sorabilseydik. Aldığımız cevaplarla bir çözüm bulabilseydik. 
Cumhuriyet’in 100. Yılını kutladığımız zamanlarda Atatürk’ün gençlere bıraktığı bir ülkeyi düşünürsek, ülkenin kendi gençlerine sahip çıkamıyor olması oldukça üzücü. Kendi ülkesinde huzur bulamayan ve sahip çıkılamayan gençleri düşündükçe geleceğe dair umudumuz azalıyor. Hiç unutmadığım haberler aklıma geliyor. Barınamayan, geçinemeyen, karnını doyurmakta zorluk yaşayan gençlerimize sahip çıkamıyoruz. Sanki ellerimizden kayıp gidiyorlar ve biz onlara temas edemiyoruz. 
Temas edemediğimiz her genç ile geleceğe dair anılar da bir bir kayıp gidiyor. Geleceğimizi kuracak gençlerimize sahip çıkmadığımız her an aslında kendi geleceğimizi de engellemek demek. Geleceğin bir doktoru, mühendisi, sanatçısı veya öğretmenini kaybediyoruz. Huzuru bulamayan veya huzuru veremediğimiz her genç ile kendi geleceğimizden de bir şeyler kaybediyoruz. En önemlisi inancımızı ve umudumuzu kaybediyoruz. 
Kendi yaşamını sonlandırma fikri büyük bir umutsuzluk taşır. Geleceğe, kendine, çevresine dair umutsuzluklardır bunlar. Çaresizlik duygusunun dışa vurumudur. Bir imdat çağrısıdır. Yahut yapacak hiçbir şeyi kalmayan, duygusal açıdan tükenmiş ve yaşam adına yeni hedeflere ulaşmak için heyecanı kalmayan gençler de olabilir. Her şey yolunda gidiyor diye düşündüğümüz anlarda onların iç seslerine ve yaşadıkları çaresizliğe temas edemediğimizi gösteriyor bizlere. Asla yapmaz diyeceğimiz kişiler yapabiliyor. Oysa çok mutluydu diye anlattığımız gençlerimizi kaybediyoruz. 
Tüm bunları yaşayan bir yakınımız, tanıdığımız olabilirken temelde bu kişi biz de olabiliriz. Bu nedenle yakınımızdaki insanlara sarılmak, onları anlamaya ve dinlemeye çalışmak günümüzde daha büyük bir önem taşıyor. Yaptığınız her adım yetmiyor ve ellerimizden kayıp gidecek bir gencin hayatına son vermesini engellemek istiyorsak bir uzmana başvurmakta yarar var. Bazı şeyler göründüğü kadar toz pembe olmayabiliyor. Bazı zamanlarda da bu toz pembeleştirilen olaylar boğazımızda bir yumru olarak hayatımız boyunca kalıyor ve her hatırladığımızda burnumuz sızlayabiliyor.