Nasıl buraya gelindiyse, günümüz insanı sadece güçlünün yanında olmayı, onu veya onları desteklemeyi tercih eder hale geldi... Hak, hukuk, adalet çok da umurunda değil...

Onun için güç sahipleri, para sahipleri, servet sahipleri her yere, her makama, dağlara, taşlara, ormanlara, denizlere el koyar oldular kentlerde en utanmazca...

Kent ahalisinin, yani insanların gözü önünde her yeri talan ediyorlar ve sen “ey insan sen” hiç oralı olmuyorsun... Sen sadece zayıflarla, zayıf komşularınla, garip akrabalarınla kavga ederek kendini ispatlamaya çalışıyorsun...

Biraz hakkın, hakikatin yanında dur, biraz da karşı çıkmayı dene yalancılara talancılara ve dağlara, ağaçlara kıyanlara, toprağı beton yığını haline getirenlere…

Hadi bir dene, hadi bir kere olsun “Ne oluyor efendiler” diye bir soru sor, yeryüzünü, gökyüzünü kirletenlere...

Gününüzün gerçeği haline geldi...

Çağın bütün insanları gibi bizler de güçlünün yanında olmaya, varsıllara alkış tutmaya, servet sahiplerini kutsamaya başladık, onların zalim talancı durumlarına bakmadan...

Kim bilir hepimizin içinde yatan bir düştür güçlü olmak, servet sahibi olmak... Tamam, olalım da o servet başkaların hakkı olmamalı değil mi? Başkalarının hakkına el koymak ne kadar insanca bir davranış diye sorsam, yanlış bir soru mu olur?

Kent ahalisi olarak en azından çoğunuz biliyorsunuz, birileri başka birilerinin hakkını gasp etmekte, el koymakta, “Buralar benim  demekte…”

Yok, mu böyle kişiler?

Kimisi siyasetçi, kimisi tefeci, faizci, kimisi haramzade...

Bunların varlığını bilmek, bunların sokaklarda, davetlerde, cenaze namazlarında salına salına gezmeleri, kendilerini masum göstermeleri senin hiç mi canını sıkmıyor ey kent ahalisi?

Mesela camilerde görevli imam arkadaşlar bile cami kapılarında en çok böyle kişiler ile sohbet ediyorlar, onlara “Nasılsın?” diyorlar... Ama bir emekçi bir mazlum bir fakir yüzlü ile muhabbet etmeyi boş görüyorlar...

Şimdi ben bunları gündeme taşıdım diye, dedikodu mu yapmış oluyorum sizce? Başka nasıl dillendireceğiz o zaman?

Kentin müftüsünü, kentin kaymakamını hep varsıllarla görüyorsunuz da, neden bir emekçi, neden bir fakirle selamlaşırken görmezsiniz?

Hatta mesela bu kentin gazetecileri, yazarları “neden hep varsılları, zenginleri, güç sahiplerini dost edinirler de” bir emekçiyi bir yoksulu bir ihtiyaç sahibini dost arkadaş edinmezler, onlar ile görünmezler?

Her şeyi çok kirlettik, ama en çok kendi düşüncelerimizi... Numara yapmaya gerek yok, hep birlikte kaybettik insan yanlarımızı...