İnsanlar iletişime dönük canlılardır. Problemlerini tıpkı mutlulukları gibi paylaşmaya eğilimlidirler. Profesyonel ortamda yapıldığında bunun bir psikoterapi süreci olduğunu söyleyebiliriz. Ancak halk arasında yapıldığında bunu dertleşmek olarak adlandırıyoruz. Dertleşmek halk arasında bazen iki tarafın paylaşımıyla bazen ise tek taraflı bir paylaşımla gerçekleşebilmektedir. Paylaşımın getirdiği rahatlama duygusu ise biyolojik ve psikolojik açıdan beklediğimiz bir sonuçtur ve sizi karşınızdaki insan hiç anlamasa bile sorunlarınızı paylaşmanızın vermiş olduğu bir doyum söz konusudur. Peki problemlerimizi kimlere anlattığımız, kiminle dertleştiğimiz neden önemlidir? Gelin bu soruyu birlikte yanıtlayalım. Eski bir tabirle söz ağızdan çıkmadan önce sizin esirinizdir lakin ağızdan çıktıktan sonra siz onun esiri olursunuz. Bu cümle aslında gizlilik ilkesinin olmadığı toplumsal yaşamda dertleştiğimiz insanları çok iyi seçmemiz gerektiğini bize göstermektedir. Nitekim gizlilik ilkesi psikoterapiye özgü bir yapıdır. Toplumsal yaşamımız içinde bunu göremememiz pek şaşırtıcı değildir. Peki gizlilik bizim için önemli değil ve problemlerimizi herkesle paylaşıyoruz ve herkes bizim zaaflarımızı, sorunlarımızı, psikolojik olarak ne kadar hasar aldığımızı ve üzüldüğümüzü hatta başımıza gelen çok kötü olayları dahi biliyor diyelim. Bunun riski nedir? Bu paylaşımımızın sonucu ne olabilir? Kötü niyetli insanlara karşı açık hedef haline gelmiş olabilir miyiz? Size geçmişte yapılmış çok önemli bir deneyden bahsetmek istiyorum.
Bazı insan deneyleriyle dikkat çeken Amerikalı Psikolog Philip George Zimbardo 1969 yılında suç oranı yüksek olan bir şehre plakasız bir araç bırakır. Aracın kısa süre sonra yağmalandığı ve paramparça edildiği gözlenir. Zimbardo aynı zamanda refah seviyesi daha yüksek olan başka bir şehre de aynı şekilde bir araç bırakmıştır. Lakin o araca kimse dokunmamıştır. Bunun üzerine Zimbardo ve öğrencileri, arabanın camını kırarak arabaya ilk zararı verirler. Ardından insanlar bu kırık camı görür ve araca zarar vermeye başlarlar. Yapılan bu deney 1982 yılında Sosyal bilimciler James Q. Wilson ve George L. Kelling tarafından Atlantik dergisinde yayınlanan “Kırık Camlar Teorisi” ne dayanak olmuştur.
Teori makalede şu şekilde ifade edilmiştir:
“Birkaç kırık penceresi olan bir bina düşünün. Camlar tamir edilmemişse vandallar birkaç cam daha kırmaya meyillidir. Sonunda bina boş ise tüm camları kırılabilir, gecekonduysa belki de yangın dahi çıkarabilirler. Ya da bir kaldırım düşünün. Burada bazı çöpler birikir. Yakın zamanda bu çöpler daha fazla birikir. Sonunda buradaki restoranlar, hatta paket servis yapan insanlar bile çöpleri araba ile poşetler halinde getirerek buraya atarlar.”
Sonuç olarak Zimbardo’nun yaptığı deneyin ve kırık camlar teorisinin sosyal psikoloji açısından önemi şudur. Eğer güçsüz, zayıf, çaresiz, herkesin dokunabildiği, zarar verebildiği, kimsenin zarar vermekten çekinmediği, daha öncede çok zarar görmüş ve şu anda da zarar görebilecek durumda olan bir insan profilini art niyetli insanlara yansıtırsanız, bu insanlar zayıflığınızdan cesaret alarak kalp kırıklıklarınıza yenilerini eklemekten ve size zarar vermekten çekinmeyecektir. Unutulmamalıdır ki dünyada sadece yaralarınızı saracak insanlar yoktur aksine zayıflıklarınızı kullanabilecek insanlar da mevcuttur. Bu yüzden paylaşımda bulunduğunuz insanları seçerken çok dikkatli ve özenli davranmalısınız. Özellikle unutamadığınız olaylar (travmatik deneyimler) varsa ya da sizi çok olumsuz etkileyen özel sorunlarınız (kaygı,korku, yas, vb.) varsa bunun çözümünün, güvenmediğiniz bir başka insandan tavsiye almak değil; profesyonel bir ortamda gizlilik ilkesi çerçevesinde psikoterapi desteği almak olduğunu unutmamalısınız.
Sağlıcakla kalın.