Her yıl, her ay, her hafta ve hatta her gün binlerce kitap basılıyor. Her yeni kitap raflarda kendine yer buluyor. Kitaplar çıktığı yayınevi veya içeriğine göre gruplandırılıyor. Her kitabın bir yeri vardır diye düşünülerek hepsi ayrı bir kategoriye giriyor. Sonrasında da okurlarıyla buluşmayı bekleyen binlerce kitap raflarda iz oluşturana kadar orada kalıyor.
Her yazarın anlatmak istediği bir derdi vardır. Bazen bunu fantastik boyutlarda yapar, bazen bizim hikayemizle bizi bize anlatır. Her kitap bir şey anlatsa da yazarın içinde bulunduğu toplumdan veya deneyimlerinden bir parça taşır. Peki okuyan bizler tüm bu kitaplarla ne yapıyoruz? Alıp kütüphanemizde süs olarak mı kullanıyoruz? Yoksa altını çizdiğimiz her cümle ile sırlarımızı kitapların arasına mı saklıyoruz? Yahut hiçbir noktasına zarar gelmesin diye okuduktan sonra ilk alındığı gibi muhafaza mı ediyoruz?
Bu kadar çok kitap varken en çok okunan veya en çok satan kitap reyonlarındaki listeler başvuru noktamız olabiliyor. Birbirine benzeyen içeriklerin farklı yazarlardan yorumlarını görüyoruz genelde bu raflarda. Yahut aynı yazarın birden fazla kitabını görüyoruz aynı bölümde. Bir kitabın çok satıyor olması onun içeriğini de çok iyi yapar mı diye düşünmeden edemiyorum. Her kitap gerçekten basılmaya değer midir sorusu bazen kafamı kurcalıyor. Özellikle belli ideolojik amaçlarla yazılmış kitaplar. Yahut asıl işi yazarlık olmadığı halde bir de burada şansımı deneyeyim ve kendimi kültürlü olarak göstereyim diyen insanların kitapları kocaman bir soru işareti.
Hal böyleyken o kadar kitap arasından kendimize uygun olan bir kitabı bulmak zorlaşabiliyor. Arkadaş tavsiyeleri veya kütüphaneler bu konuda imdadımıza yetişiyor. Verdiğimiz veya vereceğimiz para miktarının iyi bir içerik için değmesini istiyoruz. Ne ile karşılaşacağımızı bilediğimiz noktada kütüphaneden ücretsiz kitap alabilmek büyük bir lüks oluyor. Veya fikirlerine önem verdiğimiz bir arkadaşımızın önerisi hayat kurtarıcı olabiliyor.
Sözün özü ne okuduğumuz bizim için önemli bir nokta. Okuduğumuz her kitabın içeriğini hatırlamasak bile içten içe hayatımızda ve bakış açımızda değişimlere yol açıyor. Böyle bakınca da hayatımızı etkileyen kitaplar, içerdikleri konu ve anlatım dili açısından önemli hale geliyor. Dünyamızı şekillendiren bir metine ulaşma ihtiyacı daha detaylı bilgiler ve özenle seçme işlemine maruz kalıyor.
Hak etsin ya da etmesin her kitabın basım sürecine ulaşamadığı gibi temelde her kitap da okurla buluşma sürecine ulaşamayabiliyor. Ne okuduğumuz ne tükettiğimiz veya ne yönde bir bakış açısı geliştirdiğimiz kimliğimizi ve en temelde benliğimizi oluşturuyor. Nasıl bir insan olduğumuz nasıl kitaplar okuduğumuzla ilişkilendiriliyor. Sen kimsin sorusunun yerini hangi kitapları okuyorsun sorusu alsa karşımızdaki insana bakış açımız değişebilir belki de.
Bir de okuyor musun sorusu var temelde. Bu kadar çok kitap varken okuyucu sayısının artması yerine sürekli düşüyor olması da bambaşka bir konu tabii. Bu başka bir yazının konusu olabilir. Ama bugün kitaplığımıza göz gezdirip yahut okuduğumuz kitapları düşünüp neler okuduğumuza bir bakalım. Kendimizi bir de böyle tanımaya çalışalım. Ne dersiniz, işe yarar mı?