Bazı şeyler yazıp söylemekle olmuyor, olmuyor konuşmakla... Konuştuklarını, söylediklerini kendin yapan olacaksın önce... Önce kendin inanıp, iman edeceksin, söylediğin, yazdığın, konuştuğun sözün doğru söz olduğuna...
Her zaman demeye çalıştım, söz izzettir bilenler için... Eskiden “Söz namustur” denir böyle inanırdı insanlar... Sahi ne oldu bize de sözünde duran insanlar olmaktan çıktık? Bunun bir sorumlusu olması gerekmez mi, varsa kimler?
Bu sorumlulardan biri de biz olmayalım diye sorsam “Doğru dersin, hepimiz biraz sorumluyuz” der misiniz? “Yoksa biz bu günahın ortaklarından değiliz” diye kendinizi kenara mı çekersiniz?
Bazen böyle deli sorular bırakmak gerek kalplerimize... Ve cevabını bulmak için bir gayretimiz olmalı. Daha iyi bir dünya, daha iyi bir ülke, daha iyi şehirler istiyorsak...
Ne yazık ki, çok konuşulan, çok anlatılan, çok yazılan bir zamanın ortasındayız... Ama neden konuşuluyor ne anlatılıyor, konuşan, anlatan o adamlar kendileri ne kadar sözlerine sadıklar? Kendileri ne kadar samimiler, ne kadar inanıyorlar söylediklerinin ciddiyetine?
Aslında buradan bir yere gelip birkaç hatırlatma yapmak istiyorum... Ve sizi düşünmeye çağırıyorum, bugünün konuşanlarını, yazanlarını, daha başka başka işler yapanların...
Mesela camide kürsüde vaaz eden beyefendi ne kadar samimi sizce ya da minberde hutbe okuyan cemaate? Mesela televizyon hocalarının samimiyetine inanıyor musunuz?
Gerçekten siyaset adamlarının, siyaset kadınlarının söylediği sözlerin kaçının doğru olduğuna inanıyorsunuz?
Her biri, bir başka âlem... Her biri bir başka hayat yaşama peşinde, ihtişam ve gösterişli, zengin hayatlar...
Gelin hep birlikte 15 asır geriye gidelim... Yani Aziz Peygamber’in zamanına ve O’nun yaşadığı şehre Medine’ye gidelim...
Bir şeyleri daha iyi anlamak adına yapalım bunları ve bize din anlatan şimdiki kişilerin pek çoğunun öteki yüzünü görmek adına yapalım, doğruyu bulmak adına...
Medine, Peygamberimiz Muhammed’in yaşadığı şehir... Ve varsayın o şehre ilk defa giriyorsunuz, uzaklardan gelmişsiniz... Bütün sokakları caddeleri dolaşın, bütün evleri tek tek gözden geçirin ve sormayın kimseye Muhammed’in evi hangisi diye...
Bu günün gözüyle bakarsanız öyle farklı bir ev bulamayacaksınız... Çünkü Aziz Nebi farklı bir evde oturmuyordu. Evi başka evlerden farklı gösterişli ihtişamlı değildi... Sahabe nasıl evlerde otuyorsa o da öyle sıradan bir evde otuyordu...
Kendilerini efendi edindiklerimize sorun bakalım. Ağabey edindiklerinize, şeyh edinilenlere sorun bakalım O’nun evi faklımı imiş?
Ya günümüzde? Günümüzde nasıl efendilerin evleri, binekleri nasıl, hayatları yaşamları nasıl? Kendilerine tabi olanlar ile kendilerine inananlar ile aynı benzer hayatları mı yaşıyorlar? Yoksa onlar başka halk başka mı?
Başka ama diyemiyoruz, beyler ne oluyor diye? Gelin bazı şeyleri yeniden düşünelim. Yeniden okuyalım Muhammed Mustafa’nın hayatını... O’nun hayatı ile hayatları benzeşmeyenlere susun demesini öğrenelim gelin...