8 Mart Dünya Kadınlar günü ülke çapında herkes tarafından kutlandı. Büyük şirketler veya bankalar güne özel çıkardıkları reklamlarla, çoğu iş yeri karanfil ve çiçeklerle, günlük hayatta alınan hediyeler ile kutlandı. Sadece reklamlara baktığımda ne kadar güzel bir ülke, kadınlarına ne kadar çok değer veriyor gibi bir düşünceye kapıldım. Oysa ki gerçek hiç böyle değildi. Bu büyük şirketlerin veya firmaların çoğunluğunda kadın istihdamının az olduğunu, doğum izinlerinde ve her sene yapılan sözleşmelerde birçok zorlayıcı şartlara maruz kaldıklarını biliyoruz. Ataerkil bir toplumda eril dilin kullanıldığı firmalarda kadın olmaya dair fikirleri olan erkeklerin düşünceleri çerçevesinde kutlanan bir gün olmaya devam etti.
Ev yaşamı içerisinde kadınlar bir gün için değer gösterilen bir varlık haline dönüştü. Gerçekte kutlanılan bu kadınlar günü, sadece sözde sosyal olan medyada yapılan paylaşımlar kadar masal dünyasını andırmanın ötesine geçemiyordu. Kadına gösterilen değer bir yemek, bir çiçek veya bir hediyenin ötesinde çok daha başka bir meseleydi.
Kabul edilmeyen yasalar, uygulanmayan kanunlar ve cezasız kalan şiddet durumları devam ettiği sürece kadınların gününü kutlamak çok da bir anlam ifade etmiyor. Kadınlar, kendi haklarını savunmak, korumak ve geri alabilmek için bugün de sokaklardaydı. Susmadılar ve bağırdılar. Kaybettikleri kız kardeşleri için bir araya geldiler. Sözde aşk cinayetlerine kurban giden, ayrılmayı bile başaramayan sevdikleri erkekler tarafından öldürülen veya tesadüfen bulundukları konumda başına gelenleri hak ettiği düşünülen kız kardeşlerini hatırladılar ve hatırlattılar.
Kasım ayında şiddete farkındalık yaratmak için bir araya gelen kadınlar bugün aynı nedenler ile yine bir araya geldiler. Kasım ayından bu yana değişen hiçbir şeyin olmadığını, kadınların sırf kadın oldukları için öldürülmeye devam ettiğini bir kez daha hatırlattılar. İstanbul Sözleşmesi’ni hatırlattılar. Eril dil kullanarak koltuklarında yayılan kişilerin bir gecede vazgeçtiği sözleşmeyi bir kez daha hatırlattılar. Tüm bunları yaparken kimseye zarar vermediler. Eleştirdikleri kişiler gibi değil de şarkılarla, türkülerle, kendi yaptıkları pankartlarla seslerini duyurdular. Sokağa çıkamayan ve susturulan kadınlar için seslerini duyurdular. 1980li yıllar sonrası dayağa karşı çıkmak için sokağa çıkan kadınlar, bugün öldürülmek istemiyoruz diye bağırdılar. Şiddetin duygusal ve fiziksel olarak giderek arttığını ve buna dur demenin gerekliliğini bilen kadınlar korkma diyerek birbirlerinin yanında oldular.
Çünkü kadınlar olarak biliyoruz ki kadın olmaya dair herkesin bir fikri var. Özellikle de erkeklerin. Bu nedenle kadın olmanın gerekliliklerini çizen bu sınıra karşı çıkmak ve bu çizgileri kendi standartlarımıza göre çizmeye ihtiyacımız var. Uygulanmayan yasaların veya kanunların, geç gelen adaletin veya sonuçlanmayan dosyaların, kaybolan delillerin sorumluluğu patriyarkadadır ve yıkılması gerekir. Balkondan düştüğüne inandırılmaya çalışılan bir düzene karşı çıkıyor kadınlar. Unutmuyorlar ve sürekli olarak hatırlatıyorlar. Meşrulaştırılan düzenin tam karşısında başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstermeye çalışıyorlar. Iyi ki de yapıyorlar.