Geçtiğimiz hafta sonu üniversiteye giriş sınavları uygulandı. Milyonlarca öğrenci sınava girdi. Sadece öğrenciler için değil aileler için de heyecan dolu bir gündü. Sınava girecek öğrencilerden daha çok aileler heyecan içindeydi diyebiliriz.

Kapıdaki bekleyiş geçmeyen üç saate işaret ediyordu. Her yıl olduğu gibi yine sınava geç kalanlar, sınava girmeden önce ağlayanlar veya sınav çıkışı aile sorgusuna maruz kalan öğrenciler oldu. Omuzlarına sadece kendi geleceği değil, tüm ailenin geleceğini yükleyen gençler bu yük altından kalkmakta zorlanmaya başladı.

Kaygı dediğimiz duygu hayatımızın her alanında oluşabilecek bir durum iken sadece sınava özel ‘’sınav kaygısı’’ isimlendirmesi ile karşılaşıyoruz artık. Sınav anında bildiklerin unutulması, ellerin terlemesi, değişen duygu durumları gibi fiziksel veya bilişsel etkiler ile kaygı kendini göstermektedir. Sınav kaygısını sadece sınava girenler yaşıyor diye bir yanılgıya kapılmayalım lütfen. Sınava girecek gencin çevresindeki insanlar da kaygı yaşayabiliyor. Hatta bu kaygılarını etrafındaki insanlara yansıtabiliyorlar. En çok da sınava girecek gençlere yansıtıyorlar.

Sınava girecek gencin çevresinde bulunan kişilere kaygı konusunda en çok ‘’önce siz kendi kaygınızın farkında olmaya ve yansıtmamaya çalışın’’ önerisinde bulunulur. Bunun neden böyle olduğunu insanlar anlamakta zorlanır. En açık sebebini aslında sınav günü kapıda bekleyen aileleri gördüğümüzde anlayabiliriz.

Çok soyut gelmiş olsa da hayatın tamamen içinde olan bir durumdan bahsediyoruz aslında. Patronumuza sinirlendiğimizde eve gelip evdekilere bağırmamız gibi bir yansıtma bu aslında. Sınav döneminde çoğunlukla aileler kendi kaygılarını çocuklarına yansıtabiliyor. ‘’ben hep senin yanındayım’’ veya ‘’ne olursa olsun sen benim evladımsın’’ gibi cümleler kurduğunu iddia eden ebeveynlerin gözden kaçırdığı şey ise beden dili olmakta. Yani bal gibi cümleler kurarken yüzümüzle veya bedenimizle aynı mesajı vermiyorsak söylediklerimiz biraz eksik kalacaktır.

Her şeyden önce sınavların bu kadar büyütülmesi ve sınava bel bağlanması da ayrı bir konu. Tüm ülkenin adeta seçim dışında odaklandığı tek konu sınavlar olmakta. Bu durum da ister istemez öğrenciler için normalin dışında bir olaya tepki vermesi gibi tepkilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Tüm akrabaların aradığı, kısır günlerinin gündem maddesi haline dönüşen sınavlar teyakkuz halinde hazırlanan bir duruma dönüşmüş gibi duruyor. Sadece bir sınav olduğu hep unutuluyor.

Sistem sorgulaması olmaksızın kaç net yapabildiğinizle ilgili bir meslek seçimi geleceğimizi ne kadar belirler kocaman bir soru işareti aslında. Kendini tanımayan veya ne istediğini bilmeyen gençler bir anda hayatını şekillendirecek bir durum ile karşılaşıyor. Sanki tek ve son seçenekmiş gibi görülüyor. Hal böyle olunca da üniversitede bölüm, alan değiştirmenin dışında üniversiteyi bırakıp yeniden sınava girmek gibi olaylar daha fazla yaşanıyor. Tek seçenek sınav değil elbette. 18 yaşında vereceğimiz kararların nasıl %100 doğru ve bizim için iyi olacağından emin olabiliriz ki? Ya da hiç değişmeyeceğini nasıl bilebiliriz? Bugün mühendis olmak isterken 5 yıl sonra öğretmen olmak da isteyebiliriz. Instagram profiline yazılacak üniversite ismi yerine kendimiz için o an en doğru seçeneği bulabilmek ve sadece bu seçenek olmadığının farkında olabilmek önemli. Bir yıl boyunca hatırlatılan her öneri sınav günü unutulduğu için yeniden hatırlatayım dedim. Ne de olsa daha tercih dönemi var. Belki orada bir şeyler değişir. Ne dersiniz?