Her yıl durmadan bayram kutluyoruz. Sürekli bayram kutlarken, Ne için kutladığımızı unutuyoruz.

Bu ne bayramıydı, ne özelliği vardı, anlamı neydi diye hiç düşünmüyoruz.

Düşündüğümüz tek şey, bizim için tatil olup olmaması. Çünkü bir bayramın bizim için anlamından öte tatil günü olması daha önemli bir detay haline geliyor. Üstelik hafta sonu ile birleşen bir bayram tatili ise işte o zaman değmeyin keyfimize.

Yozlaşma dediğimiz şeyi çok uzaklarda aramamak gerekiyor. Millet olabilme duygusunu yitirmeye başladığımız anda, hem değerlerimizi hem de kimliğimizi yitirmeye başlıyoruz. Hal böyleyken de kim olduğumuzdan ziyade cebimizdeki bol sıfırlar daha çok önem kazanmaya başlıyor. Kim olduğumuz edindiğimiz sıfatlarımızla belirlenir hale geliyor.

Belki de yine 30 Ağustos ile ilgili sokak röportajları çıkacak. Ne bayramı diye sorulacak, yıldönümü sorulacak yahut ne ile ilgili olduğu sorulacak. Bizler de cevap veremeyen insanların videolarını izleyip hayıflanacağız. Bunu da nasıl bilemez diyeceğiz. Yahut bu gençlik nereye gidiyor diye söylenmeye başlayacağız. Kendimizi üstün görmeye başlayacağız.

Şimdi şöyle bir dönüp kendi geçmişimize bakalım. Özellikle de ilkokul yıllarımıza. Bayramların coşkulu geçtiği ve her şiirin içten okunduğu törenlerin olduğu yıllara. Her kutlamaya mutlaka devlet kurumundan birilerinin katıldığı ve sadece okul için değil, okulun olduğu mahallenin bayrama dönüştüğü yıllara. Böyle düşününce her şey çok güzel görünüyor değil mi, peki değişen ne şimdi?

Değişen şey ilk başta zaman. Zamanla duygularımızı bastırmayı ve yetişkin olmayı öğrendik. Bir bayram sevinci yaşamanın çocuk olmakla eşleştirilmesi nedeniyle daha sakin olmaya çalıştık. Büyümek demek artık coşkulu olmamak demekti. Böyle öğrendik. Yitirdiğimiz bayram coşkusunun yerine bireysel çıkarlarımızı koyduk. Tatil planı yapmak gibi.

Bireysel çıkarlarımız işin içine girince de konuların asıl noktasını kaçırmaya başladık. Kim olduğumuzu unuttuk. Nasıl bir yoldan geçtiğimizi unuttuk. Nelerle mücadele ettiğimizi unuttuk. Unuttukça da aynı hataları yeniden yapmaya başladık. Yıllar ilerlerken toplumsal olarak çürümeye başladık. Ders çıkarmadığımız yahut unuttuğumuz deneyimlerimizden daha kötülerini yapmaya başladık. En sonunda da insan olmayı unuttuk. Ne dersiniz, gerçekten Zafer Bayramı’nın varlığını yüzyıl öncesinde borçlu olduğumuz olayların ve kararların ne kadarına hakimiz?