Kaybedince bir şeylerin değerini anlıyoruz diye bir söz var aşina olduğumuz. Sahip olduğumuzda fark etmediğimiz, zaten olması gereken bu diye düşündüğümüz yahut hep daha fazla zamanımız olduğu yanılgısına kapıldığımız detaylardan bahsediyorum. Böyle söyleyince genelde maddi ve fiziksel şeyler veya insanlar olarak anlaşılıyor. Ancak bugün değinmek istediğim şeyler, değerlerimiz.

Son dönemde insanların çürümeye başladığına ve insanlıktan uzaklaştığına dair çeşitli haberler görüyoruz. Her seferinde nasıl böyle bir şeyi yapabilir diye sorgulayabiliyoruz. Gündelik hayatta olmasını tahmin edemeyeceğimiz şeyleri yaşıyor, deneyimliyor ve şahit oluyoruz. Dünya algımızı değiştiriyoruz. Ancak tüm bunlar bir anda olmuyor. Her yeni kayıpla birlikte insan olmaya dair bakış açımız da değişiyor.

Erdemli ve ahlaklı olmak eziklik ile eşleştiriliyor. İyi bir insan olmak ise enayi olmakla bir gibi görülüyor. İyi bir insan olursanız kullanılmaya müsait hale geliyorsunuz gibi bir yanılgı oluşuyor. Herkes güçlü olmaya çalışırken, güç diğer insanları ezmekten ve ötekileştirmekten geliyor. Her durumda ‘ben’ ile başlayan cümleler kurup, en sonunda dünyanın değil evrenin merkezine kendimizi koyup biricikliğimiz ile övünmeye ve kendimizi yüceltmeye başlıyoruz.

Nezaketli yaklaşımı unuttuk mesela. Kibar bir şekilde yaklaşmak yerine herkese haddini bildirecek veya konumunu hatırlatacak yaklaşımlar sergiliyoruz. Sen benim kim olduğumu biliyor musun tarzında bir yaklaşımdan bahsediyorum. Tüm bunlar içerisinde sessiz kalarak cevap vermediğimizde sanki daha fazla üstümüze gelecekler diye düşünüp daha fazla ses çıkarmaya çalışıyoruz.

Herkesin yüksek seslerle konuştuğu, büyük laflar ettiği, duygulardan uzaklaştığı, bencilleştiği ve kendini en yüce varlık olarak görüp diğer insanları kölesi gibi algıladığı bir dünya içerisinde yaşıyoruz. Hassas ve düşünceli olmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. İyi ve erdemli bir insan olmak nadir bulabileceğiniz kıymetli bir özellik olmaya başlıyor.

Sürekli olarak geçmişe özlem duyarken bugünü ve dolayısıyla geleceği yavaş yavaş yozlaştırmaya devam ediyoruz. Yozlaştıkça gerçekliğimizden uzaklaşıyoruz. İnsan olmaktan uzaklaşıyoruz. İnsan olmanın erdemini kaybediyoruz.

İyilikten uzaklaşıp zalimliğe doğru ilerlerken zamansal açıdan ileriye bir akış olsa da insanlık açısından geriye doğru bir akış söz konusu diyebiliriz. Karanlık çağ benzeri bir döneme, savaşların ve yıkımın hiç eksik olmadığı bir döneme geri dönüyoruz. Nasıl sonlanacağını bildiğimiz ancak kaybettiğimizde değerini anlayacağımız bir süreci yaşıyoruz. Geri dönüşü olur mu diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Geri döneceğimiz noktayı çoktan geçtik ve saat 12’yi vurmak üzere. Ne dersiniz?