İnsanlığın doğuşundan bu yana dünyanın her bir köşesinde her zaman çeşitli savaşlar gerçekleşmiştir.

Kiminin nedeni yeni bir kıta keşfi için kiminin nedeni ise sırf bazı tarafların canı sıkıldığı içindir. Ama hepsi birer güç gösterisidir ve kabul etmemiz gereken bir şey var ki yıllar hatta asırlar da geçse savaş her zaman var olacak, sadece şekil değiştirecektir. Önce taş sopayla başlayan savaşlar ardından barutun bulunmasıyla silahlarla yapılmıştır. Sırf daha fazla ölüme neden olabilmek için herkes çeşitli bombalar, gülleler ve savaş ekipmanları ortaya koymuştur. Günümüzde ise büyük ülkelerin yaptığı savaşlar teknolojinin de gelişmesiyle daha çok teknolojik yaptırımlar üzerinden ya da daha sinsice yapılan planlarla gerçekleşmektedir. Ama dünya tarihinde bir devrin açılıp kapanmasına neden olan ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını gösteren o an, yani artık savaşların normal mermiler yerine nükleer bombalarla gerçekleştiği 2. Dünya savaşı dönemi ve bu nükleer bombanın mucidi Robert Oppenheimer. Hepimizin daha küçük yaşlarda ezbere bildiği 20. Yüzyılın en önemli bilim insanı fizik üstadı Albert Einstein atomu parçalamıştır. Ancak, bu atomu bombaya çevirip masum insanların ölümüne neden olan isim de birçoğumuzun hala vizyonda yer alan Nolan filminden öğrendiğimiz Oppenheimer’dır. Oppie’nin hayatına bakacak olursak. Kendisi New York’da sanat tutkunu bir anne ve zengin bir tüccar olan babasıyla birlikte çocukluğunu geçirmiştir ve çocukluğundan beri sık sık hastalanan süper zeka biridir. O kadar büyük bir zekası vardır ki 17 yaşında Harvard üniversitesine girmiş ve bu üniversiteden üstün bir başarıyla 3 yıl içinde mezun olabilmiştir. Gençliğinde her zaman bilim dünyasına büyük katkılar yapmış ve birçok başarılı ödüllerin sahibi olmuş öğretmenler tarafından eğitilmiş, yetişkinlik döneminde ise yine bu skaladaki insanlarla çalışma fırsatı bulmuş, hatta bu sefer kendisi o insanları eğiten kişi olmuştur. Oppenheimer, hiçbir zaman dini veya politik bir görüşü tam anlamıyla benimsememiş ve her zaman kendine özgü bir düşünceyle hayatını şekillendirmiştir. İşte en büyük filmlerin efsanevi yönetmeni olan Christopher Nolan ise böyle bir karakteri mükemmel bir şekilde beyaz perdeye aktarabilmiştir. Filme gelecek olursak: ilk diyeceğim laf şu ki bilet fiyatlarından kaynaklı artık kimsenin doğru düzgün bir sinema kültürü kalmamış olabilir. Ancak bu film illa sinemada izlenmesi gerekilen bir film. Çünkü yapım klasik Nolan psikolojisiyle hazırlandığı için anlaması biraz güç, hafiften kafa karıştırıcı ve bol bol diyaloglu. Nolan’ın her filmini beğenirken bundan önceki son filmi olan Tenet’i gram beğenmeme rağmen Oppenheimer’da tekrar kalitesini konuşturabilmiş. Şimdi ben bu yazıyı yazmadan önce tabi ki de ana karakterimizle ilgili baya bir araştırma yaptım. Bu yüzden filmle ilgili yorumlarım gerçekle kurgunun kıyaslaması şeklinde ilerleyecek. Öncelik olarak filmin ilk yarısında tam anlamıyla konuyu anlayamıyorsunuz, bir kafa karışıklığına sokuyor izleyiciyi. Film bitince de bir şeyler anlıyorsunuz ancak doğru şeyleri mi anladınız tam emin olamıyorsunuz. Bunun nedeni Kuantum fiziğinin karmakarışık bir konu olması, üstüne Oppenheimer’ın hayatının ve kişiliğinin ayrı bir karmaşa içinde olması üstüne üstlük bi de bunları Nolan’ın anlatması… Benim ise film bittiği anda anladığım olay şu; Oppenheimer asla politik bir adam değil, ancak 2. Dünya savaşında yaşamaya çabalayan bir Yahudi olduğu için mecburen bu işlere girişmek zorunda kalıyor. Çoğu insan gibi kendisi de Hitler’den nefret ediyor ve en büyük hedefi Hitler’in ölmesi ve artık bu savaşın son bulması. Bu amaç ve düşünceler esnasında hükümet Oppie’ye bir iş teklif ediyor. İş, bir bomba yapılması ve o bombanın Nazi Almanya’sına atılarak savaşın son bulması. Bunu tabi Oppie de OPPENHEIMER birçok bilim insanı da kabul ediyor ancak daha bomba bitmeden Hitler ölüyor… Hitler ölüyor ama Japonya hala bu savaşın içinde bu yüzden bu bombanın Japonya’ya atılmasına karar veriliyor ve yıllar süren çalışmanın sonunda Japonya’daki sivil halk Amerika tarafından bombalanıyor. Siz de biliyorsunuz ki Hiroşima olayı olarak adlandırılan bu katliam gerçekleştiği andan yıllar sonra bile birçok ölüme ve birçok berbat doğuma neden olmuştur ve işte bunların mucidi Oppenheimer’ın ta kendisidir. Tabi bomba atıldıktan sonra Oppie pişman, Oppie depresyonda. Ancak bu bana çok samimi gelmedi. Çünkü yıllarını bu bomba atılsın diye harcıyor, atılması için yer dahi gösteriyor, olayın üstünden yıllar geçse bile ödülleri madalyaları almaktan geri kalmıyor, ama sonra pişman. Yok canım, yemezler. Filmle gerçek hayatın farkına gelecek olursak Oppenheimer gerçek hayatta çok karizmatik ve etkileyici bir adammış. Ben bunu çok hissedemedim açıkçası. Ve kendisi çok zeki ve konuşkan biriymiş, ben bunu da hissedemedim. O açıdan gerçek karakterin çok iyi yansıtıldığını düşünmüyorum. Filmde en beğendiğim karakter ise güçlü duruşu, zeka, mantığı ve sert tavrıyla kesinlikle Kitty oldu. Ancak Oppenheimer bir erkek olduğu için mükemmel bir kadının değerini bilmek yerine aldatmayı tercih etti. Bir kere de şaşırtın. İş magazine kaymadan diyeceğim o ki, konu olarak gerçek hayatla çok iyi özdeşleşmiş bir film. Paranızı pembe şeylere harcamak yerine vizyondan kalkmadan koşa koşa sinemaya gitmenizi öneririm. İyi seyirler